🪆 Türk Müziği Makamlarının Insan Üzerindeki Etkileri

zwdjnek. Çok kültürlü unsurların Osmanlı geleneği içinde devam edip daha da beslenmesinde İstanbul’un ayrı bir önemi vardır. Osmanlı dönemi müzik geleneğinin oluşmasında ve gelişmesinde en önemli merkez olan İstanbul’da 9. yüzyıldan beri çeşitli müzik kültürleri ile türleri bir arada yaşamıştır. Bugün, Bizans müziği diye de anılan Ortodoks kilise müziğinin yaşayan en eski örnekleri burada oluşmuş ve İstanbul 15. yüzyıl sonlarına kadar bu kültürün merkezi olma özelliğini korumuştur. Dolayısıyla, Geleneksel Türk Sanat Müziği’nin merkezi olan İstanbul’un çok kültürlü yapısı, Osmanlı’dan çok daha eskilere dayanmaktadır. 15. yüzyıldan itibarense Ortadoğu’nun seçkin sanat merkezlerinde faaliyet gösteren icracıları kendisine çekip coğrafyanın yeni sanat merkezi olma rolünü üstlenmiştir. Şehre gelen müzisyenler yeni müzik türleri ve üslupları geliştirmiş, geliştirdikleri müziği ülkenin diğer bölgelerine sunmuşlardır. Sanatta Fatih Sultan Mehmed farkı Fatih’in İstanbul’u fethiyle başlayan yeni oluşum sürecinde de Maveraünnehir’den, İran’dan, Azerbaycan’dan ve Anadolu’nun musiki merkezlerinden müzisyenler İstanbul’a gelmiş ve Timur sarayında dinlenen, ileri gelen temsilcisi Abdülkadir Meragi’nin icra edip açıkladığı müziği bu şehre taşımışlardır. Hiç şüphesiz, gerçek anlamda münevver kişiliğe sahip sanatkâr Sultan Fatih’in yönetim anlayışı bunda en güçlü etkendir. Nitekim musikinin dindeki yeri üzerine yaşanan tartışmalara rağmen herhangi bir olumsuz müdahale ve yasaklama gündeme gelmemiştir. Tasavvuf ve fıkıh çevrelerinin birbirlerine karşı eleştirel tutumları musiki faaliyetlerinin kesintiye uğraması yönünde bir sonuç doğurmadığı gibi, musiki Fatih’in sarayında ve çevresinde itibarını muhafaza ederek varlığını sürdürmüştür. Fatih’in devrinde şeştar, rebab, çeng, ud, tanbur, barbet, ney, kanun, çöğür, zurna, nefir, daire gibi enstrümanların çalındığı; uşşak, neva, şehnaz, muhayyer makamlarının bilindiği ve sultanın kendi evlilik merasimlerinde musikinin yer aldığı bilgileri mevcuttur. Çünkü tarihî kayıtlar düğünlerde şarkı söyleyen cariyelerden ve çeng icra eden çengilerden haber vermektedir. Aynı musiki faaliyetleri Fatih’in şehzadelerinin sünnet ve düğün merasimlerinde de geçerli olmuştur. Düzenlettiği eğlencelerde meddahlar, cambazlar, hokkabazlar ve maymun oynatıcılar tarafından yapılan gösterilerle birlikte hanendelerce şarkılar söylendiğine ve saz üstatlarınca dönemin enstrümanlarının icra edildiğine şüphe yoktur. Babası II. Murad’ın hüküm sürdüğü yıllarda tefsir, hadis, fıkıh, feraiz, heyet, hendese, coğrafya, kelâm, mantık, şiir, inşa gibi derslerle birlikte musikinin de müfredatta yer aldığı Enderun Mektebi’ndeki eğitim, Fatih’in yaptırdığı Topkapı Sarayı’nda devam etti. Sarayda eğitim gören cariyeler arasında hanendeler, sazendeler, rakkaseler mevcuttu. Medrese eğitimi alan talebelerden bazıları da musiki ile ilgileniyor, bu alana ilişkin eserleri hocalarından özel olarak öğreniyorlardı. Aralarında musikiye dair eser yazanlar da oldu. 1054 Ne Var Ne Yok?1035 K. Beyza KİRENCİ / Nurcan DOĞAN Türk Musikisi makamlarının insan üzerinde fiziki, psikolojik, duygusal etkileri olduğu yaklaşık bin yıldan beri düşünülmektedir. 15. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde hastalıkların tedavisinde müziği kullanıldığı bilinir. Osmanlı şair hekimlerinden Şuuri Hasan Efendi Tadil’ul Emzice adlı eserinde hastalıkların müzik makamları ile olan ilişkisini anlatıp çeşitli hastalıkların tedavilerinde kullanılabilecek makamlarda önerilerde bulunmuş Rast Makamı Havale ve felç illetine devadır. Irak Makamı Har mizaçlılara, sersam ve hafakana faydalıdır. İsfahan Makamı Zihni açar, zekâyı artırır, anıları tazeler. Zengule Makamı Kalp hastalıklarının devasıdır. Rehavi Makamı Baş ağrısına devadır. Buselik Makamı Kulunç ve bel ağrılarının ilacıdır. Zirefgent Makamı Sırt ve eklem ağrılarının ve kuluncun tedavisinde faydalıdır. Büzürk Makamı Ateşli hastalıklara iyi gelir, zihni temizler, vesvese ve korkuyu uzaklaştırır, fikre yön verir. Hicaz Makamı İdrar zorluğuna iyi gelir. Uşşak Makamı Kalp, karaciğer, sıtma ve mide hastalıklarının ilacıdır. Neva Makamı Gönül okşayıcıdır. Kötü düşünceleri uzaklaştırır. Hüseyni Makamı Ferahlık verir. Çocukların kalp ve ruhlarının iltihabını söndürür. Ateş düşürür. Yazar Hakkında Benzer Yazılar Erciyes Üniversitesi ile ... 560 yıllık bir mazisi ola... İngiltere`de Southampton ... Çare çatısı 2009 yılında,... Müzik, insanların hayatında ve ruh sağlığında önemli bir yeri vardır. Halk arasında ruhun gıdası olarak ifade edilmektedir. İnsanlar arasında genellikle bir eğlence aracı olarak nitelendirilse de müzik, duygu ve düşünceleri seslerle anlatan, bir düzen ve estetik anlayışı içerisinde ifade eden sanattır. Diğer sanat dallarına göre, insanları daha çok etkileyen bir daldır. İnsanlar üzüntülerini, sevinçlerini, heyecanlarını, sevgilerini ve kahramanlıklarını vb müzikle ifade etmeye çalışmışlardır. Müzik, ruhun çeşitli tepkilerini en iyi şekilde yansıtan bir sanattır. Bu özeliği nedeniyle, insanın ruhsal durumunu inceleyen psikoloji ile yakın bir ilişkisi bulunmaktadır. Müzik bu nedenle, tıp bilimindeki çeşitli alanlarda kullanılmaya başlanılmış, insanları duygusal olarak etkilediği için, dini duyguların güçlenmesinde ve hastalıkların tedavisinde kullanılmıştır. Kuş, su, rüzgâr ve müzik sesleri, insanın beyin dalgalarına yakın tesir ettiğinden, dinlendirici özelliğe sahip bulunmaktadır. Bunlardan müzik, gönlü yumuşatan bir özelliğe sahip olduğu için tedavilerde asırlardan beri kullanılmaya başlanılmıştır. Bu konuda yapılan birçok araştırmada, bilgin, doktor ve müzisyenlerin depresyondan, kansere, tansiyon ve kronik ağrılara, ruh hastalıklarına, migren ve uyuşturucu bağımlılığına karşı tedavide müziğin kullanıldığı görülmektedir. İnsanlar ruhsal ve bedensel rahatsızlarına çare bulmak için yüzyıllardır çeşitli tedavi yöntemleri araştırmış ve kullanmışlardır. Müzikle tedavide, araştırmalar sonucu ortaya konulan bir tedavi şeklidir ve kişinin sağlıklı bir hayat sürmesini sağlamaktadır. Müzikle tedavi, müzikal seslerin fizyolojik ve psikolojik etkilerini değişik ruhsal hastalıklara göre ayarlanıp, düzenli bir yöntem altında yapılan tedavidir. Aynı zamanda, sosyal ilişkilerin geliştirilmesinde, kişilere güven duygusu verilmesinde, çocukların ifade yeteneğini ve düşünme kapasitesini geliştirmede, öğrenme güçlüğü çekenlerin durumunu artırmada, daha hızlı okumalarını sağlamada önem kazanmaktadır. Müzikle tedavi ile ilgili çalışmalar, bu konuda uygulamalar Afrika, Amerika da, Asya ve Avrupa da olduğu gibi Eski Türklerde, Selçuklularda ve Osmanlılarda da olmuş, müzikle tedavinin insan üzerindeki etkileri ve olumlu değişikleri ve tıp biliminde ki yeri ortaya konulmuştur. İlkel insanlar, kötü ruh ve cin adı verilen varlıkların insanları hasta ettiklerine inanıyorlardı. Bu kötü varlıkların verdikleri rahatsızlıklar sihirbaz, hekim gibi görevlilerin tedavi yöntem ve törenleri ile müzik, dans ve şarkılarla tedavi edilmeye çalışılıyordu. Afrika da ki bazı kabileler, halen geleneklerini ve adetlerini sürdürerek müziği çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanmaktadırlar. Müziğin, ruhsal rahatsızlıklar üzerideki tedavi edici etkisi çok eski çağlardan beri başlamış, Orta Asya Türk kültürü içerisinde de çeşitli ilgili ve görevli kişiler tarafından uygulamaları yapılmıştır. Türklerde müzik, tarih ve bilim adamlarına göre 6000 yıldan beri devam etmektedir. Orta Asya döneminde kullanılan kopuz ve saz tedavi edici, iyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan çalgı olarak kullanılmıştır. Altaylar ve kuzeyinde Şamanlar, hasta tedavisinde ve dini törenlerde davulları kullanmışlardır. Davul çalarak ruhları hükmü altına alırlar, ölülerle ve cinlerle, irtibat kurarak hastalara şifa dağıtırlardı. Daha sonra Türklerde, müzikle tedavi eden Baksı adı verilen müzisyen hekimler tarafından Altay, Kırgız, Kazakistan, Moğolistan ve Kaşgar taraflarında, çeşitli hastalıklar için tedavi çalışmaları yapılmıştır. İslam dinimiz de, musikiye layık olduğu değeri vermiş, onu ibadetle birleştirmiştir. Yüce Rab Kuran’ında, Hz. Davut’un sesinin güzelliğinden bahsetmekte, Peygamberimizde Kuran’ı Kerim’i güzel okumamızı istemekte “Kuran’ı, ezanı seslerinizle süsleyiniz” demektedir. Ezanımızı da ilk defa, çok güzel bir sese sahip olan Hz. Bilal Habeşi okumuştur. İslam medeniyetinde, özellikle tasavvuf Sufiler mensupları müzikle uğraşmış, akli ve asabi hastalıkların müzikle tedavisinde çalışmalar yapmışlardır. Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra iki kültürün kaynaşması sonucu farklı müzik türleri de doğmuştur. Türk-İslam kültürü içinde meydana gelen müzik saray, tekkelerde, Mevlevihane, mehteran ve halk arasında gelişmesini sürdürmüştür. Anadolu’nun birçok köy, kasaba ve şehirlerinde akıl hastalarının tedavisi ile meşgul olan tekkeler var idi. Bunlardan önemlilerinden biride Karacaahmettir. Onun için “Karacaahmed ulu veli / Akıllanır gelen deli” denilmiştir. Türk ordusu savaşta düşmanla karşı karşıya geldiğinde, mehteranın büyük bir heyecanla çaldığı türküler ve Allahüekber diye hep bir ağızdan çıkan tekbir sesleri, komutanların ve askerlerin manevi gücünü artırmakta, canlandırmakta ve cesaretlerini en üst düzeye çıkarmaktadır. Anadolu da kurulan medeniyetler içinde, müzikle tedavi yöntemini uygulayanlar olmuştur. Bu medeniyetlerden en önemlileri Selçuklu ve Osmanlılardır. Başta Edirne olmak üzere Sivas Divriği, Amasya, Kayseri, Manisa ve İstanbul da tedavi merkezleri kurulmuştur. Zekeriya Er Razi 854-932 Farabi 870-950, İbn-i Sina 980-1037 ve Gevrekzade Hasan Efendi gibi Türk bilginleri, kendi dönemlerindeki bilimsel metotları kullanarak yaptıkları müzikle tedavileri ile günümüz de gelişen modern tıbbına ışık tutarak, ruhsal hastalıkların tedavisinde ilmi esasları ortaya koymuşlardır. Anadolu da müzikle tedavi konusunda yapılan çalışmaların ilk merkezleri şifahaneler olmuştur. Selçuklular zamanında, Türk büyüğü Nurettin Zengi tarafından Şamda yaptırılan Nurettin Sina Kitabu’ş –Şifa adlı eserinde müziğin tıptaki önemini şöyle açıklamıştır “Tedavinin en iyi yollarından, en etkililerinden biri, hastanın akli ve ruhi güçlerini artırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, hastanın çevresini sevimli, hoşa gider hale getirmek, ona en iyi musikiyi dinletmek, onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir.” Kayseri gevher Nesibe Hatun Tıp Medresesi ve Darüşşifası 1206, Anadolu Selçukluların ilk sağlık merkezi olan bu şifahane, Sultan Gıyasettin Keyhüsrev tarafından, tüberküloz hastalığından vefat eden kız kardeşi Gevher Nesibe Hatun’un vasiyeti üzerine inşa edilmiştir. Mimari yapısı, müzikle tedavi uygun şekilde yapılmış, ruh hastaları için 18 oda ayrılmıştır. Sivas-Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, 1228 yılında Erzincan Beyi Fahrettin Behram Şah’ın kızı Turan Melik Sultan tarafından yaptırılmıştır. Ruh hastalarının müzikle tedavilerinin yapıldığı bu darüşşifa,1985 yılında UNESCO tarafından “Dünya kültür mirası” listesinde ilk üç sıra içine konulmuştur. Amasya Darüşşifası 1308, İlhanlı Hükümdarı Olcayto Mehmet zamanında Yıldız Hatun tarafından yaptırılan darüşşifada, ruh hastaları müzik ve su sesiyle tedavi ediliyordu. Tanzimat dönemine kadar faaliyet gösteren darüşşifa, 1939 yılındaki depremle hasar görmüş, 1945 yılında onarım görerek, 1999 yılında belediye konservatuarı olarak kullanılmaya başlanılmıştır. Ünlü Alim Farabi “Musiki-ul-kebir” adlı eserinde müziğin, fizik ve astronomi gibi diğer bilimlerle olan ilişkisini açıklamaya çalışmış, çeşitli makamların insan ruhuna nasıl etkilediğini araştırmış ve Türk Müziği makamlarının ruha olan etkilerini şöyle sınıflandırılmıştır 1- Rast makamı insana sefa neşe-huzur verir. 2- Rehavi makamı İnsana beka sonsuzluk fikri. 3- Kuçek makamı Hüzün verir. 4- Büzürk makamı Havf korku verir. 5- İsfahan makamı Hareket kabiliyeti, güven hissi verir. 6- Neva makamı Lezzet ve ferahlık verir. 7- Uşşak makamı Gülme hissi verir. 8- Zirgüle makamı Uyku verir. 9- Saba makamı Cesaret ve kuvvet verir. 10- Buselik makamı Kuvvet verir. 11- Hüseyni makamı İnsana sukunet verir. 12- Hicaz makamı İnsana tevazu ve verir. 13. Yüzyılda yaşayan Türk-İslam bilgini Safiyüddün Urmevi, Türk musiki sistemini ilmi şekilde incelemiş ve ortaya koymuş, ayrıca santur, nüzhe ve mugni gibi çalgıları da icat etmiştir. Günün belli vakitlerinde belli makamların icra edilmesi halinde insan ruhunu dinlendireceğini, insanı huzura kavuşturacağını şöyle açıklamaktadır 1- Rehavi makamı Fecirden önce 2- Hüseyni makamı Tan yerinin ağardığı zaman 3- Rast makamı kuşluk vaktinde 4- Zirgüle makamı Öğle vaktinde 5- Hicaz makamı Namaz arasında 6- Irak makamı İkindi 7- Isfahan makamı Gün batarken 8- Neva makamı Akşam. 9- Büzürk makamı Yatsı. 10- Zirefkend makamı Uyku vaktinde. Ayrıca bazı hekimler, makamların hangi milletlere, ne etki yaptığı astroloji bağlantısı göz önüne alınarak incelenmiş, milletler üzerindeki etkileri şu şekilde izah edilmiştir 1- Hüseyni makamı Araplara 2- Irak makamı. Acemlere 3- Uşşak makamı Türklere 4- Buselik makamı Rumlara iyi gelmektedir. Eski Türk hekimlerinden Hasan Şuuri “Tadil-i Emzice” adlı eserinde, musikinin birçok hastalıklara ve ağrılara iyi geldiğinden bahsetmekte, farklı rahatsızlıkların tedavisinde kullanılan makamların, günün hangi saatinde dinleneceğini bahsetmiştir. Nihavent makamı öğleden sonra etkili iken, rast makamı gece ve seher vaktinde tesirli olduğunu söylemiştir. Osmanlılar döneminde de müzikle tedavi, en başarılı dönemini yaşamıştır. Türk ruh hekimleri yaptıkları bilimsel çalışmaları ile ruh hekimliği alanında çağdaşlarına göre üstün düzeye çıkmış, hastaların müzikle tedavisi konusunda çok ileri gitmişlerdir. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından 1471 yılında yaptırılan, “Bimarhane-i Ebu’l- Feth Sultan Mehmet” adlı Darüşşifa da, müzikten faydalanılır ve ruh hastaları tedavi edilirdi. Bugün duvar parçaları kalan hastanenin hizmeti, 1824 yılına kadar sürmüştür. Ünlü Seyyah Evliya Çelebi Seyahatnamesinde “Bu hastanede 70 oda, 80 kubbe, 200 hasta bakıcı ve bir de başhekim bulunduğunu, yatakların ceviz ağacından yapıldığını, hastaların mükemmel yatak çarşafları ve ipek gömleklerinin bulunduğunu ve üstün icra gücüne sahip hanende ve sazendelerin onları eğlendirip neşelendirdiğini, bu hastaların musiki ahengi karşısında rahat olduklarını, ıstıraplarını unutarak musiki nağmeleri sayesinde tedavi edildiklerini “ söylemektedir. Batı ülkelerinde, ruhlarına şeytan girdi diye akıl hastaları, insanlık dışı ağır işkencelere maruz bırakılırken, yakılırken Sultan II. Bayezid tarafından Edirne de Mimar Hayrettin’e 1488 yılında yaptırdığı darüşşifada, ruh hastalarına su ve müzikle tedavi yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu tedavi, ortasında suları fışkıran şadırvanın olduğu salonlarda çeşitli aletlerle müzik dinletmek suretiyle hastaların ruhi sıkıntılarının giderilmesi şeklinde yapılıyordu. Bu hastane hakkında Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, ruh hastalarının burada müzikle tedavi gördüğünü şöyle açıklamaktadır “Müziğin insan ruhu üzerindeki olumlu etkisi konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip darüşşifanın hekimbaşısı, hastalarına önce çeşitli müzik makamları dinletiyor, kalp atışlarının hızlanıp ya da yavaşladığına bakıyor, yararlandıkları uygun melodiyi belirliyor, şikâyetleri ve benzer hastalıkları bir araya getiriyor, darüşşifanın müzik ekibine haftanın belirli günlerinde konserler tertipliyor ve bu şekilde tedaviye devam ediyordu.” Bu Darüşşifanın akustiği ve planlaması, müzikle tedavi yapılmasına uygun olarak inşa edilmiştir. Darüşşifada, ilaç ve müzikle tedavinin yanında, güzel kokularla sümbül, reyhan, lale, karanfil, şebboy vs. Rehabilitasyon yapıldığı anlaşılmaktadır. Bugün Tıp Tarihi Müzesi olarak kullanılmaktadır. Süleymaniye Darüşşifası, Kanuni Sultan tarafından 1550-1557 yılları arasında Mimar Sinan’a yaptırmış, külliyenin bir bölümünü oluşturan şifahane de, hasta odaları ve müzikle tedavinin yapıldığı alanlar vardı. 1845 yılından sonra sadece akıl hastalarının tedavisi yapılmış, daha sonra Süleymaniye Doğum evi olarak hizmetini sürdürmüştür. Kanuni Sultan’ın saray hekimi olan Musa bin Hamun, diş hastalığı ve çocuk psikoloji hastalıklarını iyileştirmede müzikle tedavi yöntemini kullanmıştır. Hekimbaşı Gevrekzade de İbn-i Sina’nın eserlerinden faydalanmış, “Emraz-ı Ruhaniyeyi Neganma-ı Musikiye” adlı eserinde çocuk hastalıklarına hangi hastalıkların iyi geldiğini şöyle açıklamıştır 1- Irak makamı Çocuktaki menenjit hastalığına 2-Isfahan makamı Zekâ, zihin açıklığı verir ve ateşli hastalıklardan korur. 3- Zirefkend makamı Felç ve sırt ağrısına iyi gelir. 4- Rehavi makamı Tüm baş ağrılarına, burun kanamasına, felç hastalıklarına 5- Büzürk makamı Beyin, kulunç ağrılarına iyi gelir. 6- Zirgüle makamı Kalp, beyin hastalığı, mide harareti, karaciğer ateşine iyi gelir. 7- Hicaz makamı İdrar yolu hastalıklarına. 8- Buselik makamı. Kalça, baş ağrısı, göz hastalıklarına. 9- Uşşak makamı ayak ağrıları ve uykusuzluğa. 10- Hüseyni makamı karaciğer, kalp hastalıklarına. 11- Neva makamı Buluğ çağına ulaşmış çocuğa, kalça ağrısına, gönül sevincine iyi gelir. Batı dünyası 20 yy. ortalarında müzikle tedaviyi önemsemiş, alternatif tedavi yöntemi olarak değil, geleneksel tıbba uygun ve kuralları içinde bilimsel bir tedavi yöntemi olarak uygulamaya başlamıştır. İlk olarak, İkinci Dünya savaşında yaralanan askerlerin tedavisinde müzikten yararlanılır. Daha sonra 1947 yılında, ABD Michigan Devlet hastanesinde müzikle tedavi başlatılır ve araştırmalara hız verilir. Depresyon, şizofreni, zekâ geriliği, alkol ve madde bağımlılığı gibi rahatsızlıklarla mücadelede, yeni teknik ve pratik uygulamalarla müzikle tedavi yöntemi kullanılır. Yine Amerika Michigan Üniversitesindeki bir gurup doktor çalışmaları neticesinde, musikinin şifa verici olduğunu belirtip, 1977 de müzikle tedaviyi bilim dalı olarak kabul ederek Müzik Terapi Birliği kurmuşlardır. New York üniversitesi Nordoff-Robbins Müzikle Tedavi Merkezinden Dr. Clive Robbins, bu konuda şunları söylemiştir “İnsanın beynindeki sinir ve kas fonksiyonlarında müziğe ve ahenkli sese belirgin bir yatkınlık vardır. Sessiz bir ortamda müzik, aklımızı harekete geçirmeye, dikkatimizi toparlamayı ve bazı beden fonksiyonlarımızın düzenlenmesine yardımcı olmaktadır.” Yale Üniversitesi Tıp fakültesinde yapılan bir araştırmada, ameliyat sırasında uyanık olan hastalar müzik dinletildiğinde, dinlemeyenlere göre daha az sakinleştirici ve ağrı kesici kullandıkları anlaşılmıştır. Akıcı melodiler ve dikkat dağıtan ritimlerin, ameliyat sonrasında sancı ve ağrıları hafiflettiği görülmüştür. Stanford Üniversitesi Tıp fakültesinde ise, stresi azalma konusunda yapılan bir araştırmada, hastaların kendileri veya rehberleri vasıtasıyla beğenip seçtikleri müziği dinlediklerinde, ruh hallerinde iyileşme olduğu anlaşılmıştır. Müzik dinletilmeyen hastalarda ise sekiz hafta süresince hiç bir gelişme ve düzelme görülmemiştir. Avusturya Meidling Klinikte doktor olan Gerhard Kadir Tuçek, yoğun bakımda tedavi gören komada ki hastalara, her gün 20-30 dakika Türk Müziği ve Klasik batı Müziği dinlettiklerinde, hastaların çoğunda olumlu sonuçlar almıştır. Annesinden tatlı bir ninni dinleyen yavru, dinlediği ninni ve şarkı ile yatıştırıcı ve dinlendirici özelliği nedeniyle uykuya dalmaktadır. Anne karnında ve doğumdan sonra müzikle yakın büyüyen çocukların, toplumsal ilişkilerinin daha sağlam ve suça meyillerinin daha az olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle anne karnında iken dinlenen şeyler bebeğe tesir etmektedir. Ülkemizde, Türk müziğinin ağır psikolojik hastalıklarda kullanılması ile ilgili çalışma, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma Enstitüsü Türk musikisini Araştırma ve Tanıtma Merkezince yapılmaktadır. Türk müziğindeki nihavent ve rast makamlarının akıl hastaları ve felç hastaların tedavisinde, hüseyni makamının ise, otistik ve spastik hastaların tedavisinde faydalı olduğu ortaya konulmuştur. Türk musiki ile tedavide tar, ud, ney, kopuz, rebab, dombra ve kıl kopuzu gibi aletlerin yanında su sesi de kullanılmaktadır. Doç. Dr. Oruç Güvenç, başta Berlin Urban Hastanesi, Avusturya ve diğer ülke hastanelerinde müzikle terapi uygulayarak, 400 den fazla Türk Müziği makamlarından bazıları ile hastalar üzerinde terapi yapılarak, iyileştirici tedavi içinde olmaktadır. Bu günün Türk hekimlerine müzikle tedavi konusunda büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu güne kadar yapılan araştırmaların, nakledilen bilgilerin ne kadar büyük kıymette olduğu bilinmeli ve bu çalışmalar, tedaviler günümüz bilim anlayışı içinde incelenerek, değeri ve hakkı ortaya konulmalı ve daha da geliştirilerek tedavide başarılar gösterilmelidir. Ata bilginlerimizin yüzyıllar öncesinde yaptıkları araştırmaları, buluşları ve eserleri ile övünerek kendimizi kandırmamalıyız ve bu miras hazine bilgilerin üzerinde, miras yedi gibi oturmamalıyız. Bugün Avrupa ülkelerinin hayranlıkla dinlediği ve tedavide kullandığı Türk Müziğimizin kıymetini ve tedavideki önemli yerini bilmeliyiz ve daha ileri yöntem, teknikle tedavide kullanmalıyız. Büyük tarihçilerden Kraft Ebing, Avrupa’nın müzikle tedavi konusunda bilgileri ve uygulamaları Türklerden aldığını eserinde söylemektedir. Bugün Amerika ve Avrupa, müzikle tedavi ve psikiyatrik hastaların tedavi konusunda ki çalışmalarında, İbn-i Sina, Razi ve Farabi’lerin ilmi buluşlarından faydalanmışlardır. Yahya Kemal Beyatlı da, müzikle ilgili olarak bu konuda şöyle demektedir Çok insan anlayamaz eski musikimizden/ Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden/ Açar bir altın anahtarla ruh ufukların/ hemen yayılmaya başlar seda ve nur akını. Müzik şifadır. Yaratılıştan beynimize uyumlu, güzel ses ve müzikleri hisseden bağlantılar konulmuş, her bir hücreye ve organa tesir etme özelliği verilmiştir. Yüce Allah şifa kaynağı olan Kuran’ımız Mülk Suresi 23 Ayetinde “De ki Sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve gönüller kalp ve dimağ veren O’dur. Sizin şükrünüz ne az!” demektedir. Floridaki Akbar Kliniğinden Dr. Ahmet Kadi yaptığı araştırmada, güzel ve usulüne uygun olarak okunan ve dinlenen Kuran’ı kerim’in şifa verici tesiri olduğunu belirtmiştir. Allah insana kulak ve işitme duyusu vermiştir. İnsanda kendisine verilen bu kıymetli nimeti ile kendisini ruhen ve manen rahatlatacak, dinlendirecek ve gönlüne, beynine esintiler verecek güzel okunan Kuran’ı Kerim’i, ilahileri ve müziği dinleyerek şifa bulacak ve sonrada Allah’a şükrünü eda edecektir. KAYNAKLAR Bahaeddin Ögel- Türk Kültür Tarihini Giriş-Kültür Bakanlığı Yay. Yılmaz Öztuna- Türk Musikisi Ansiklopedisi- Milli Eğitim Rahmi Oruç Güvenç-Türk Musiki Tarihi ve Türk Tedavi Musikisi- Metinler Matbaa- Ragıp Kazancıgil-Edirne Sultan II. Bayezıt Külliyesi- Trakya Üniversitesi Şahin Ak- Avrupa ve Türk-İslam Medeniyetinde Müzikle Tedavi Tarihi Gelişim ve uygulamaları-Öz Eğitim Yay. Süheyl Ünver-Musikinin Ruh Hastaları Üzerindeki Etkileri-İzmir. 1989 Bekir Grebene- Müzikle Tedavi-Sanem Matbaa- Pınar Somakçı- Türklerde Müzikle Tedavi- Sosyal Bilimler Enstitü 12 Ekim 201002 Aralık 2018 insan sağlığı ve müzik, islami turk muzigi indir, müziğin insan sağlığına faydaları, müziğin insan sağlığına yararları, müziğin insan üzerindeki etkileri slayt, müziğin sağlık üzerindeki etkileri, müzik ve insan sağlığı, müzikle tedavi, SAGLIK MUZIKLERI, sağlık, sağlık için müzik, sağlık için türk müziği, sağlıklı müzikler, şifa, şifali türk müzikleri indir, şifalı müzikler, şifalı müzikler indir, şifalı ney müziği, şifalı türk müziği makamları, şifalı türk müzikleri, türk müziği makamları dinle, türk müzik makamlarının insan sağlığı üzerindeki etkisi İnsan yavrusunun daha ana karnında iken annesinin kalp atışlarından etkilendiği ve doğum sonrası bu bildik sesi yeniden duymanın bebek üzerinde Devam Türk kültürü Yaşantımızda önemli bir yeri olan müzik, acıyı yoğun yaşayanlara psikolog olabilmekte; bir filozof gibi, yok oluşu doğallaştırıp daha kolay kabullenmeyi sağlayabilmekte; son yolculukta sallanan uğurlama mendili olabilmektedir. Hepiniz bilirsiniz ki insan doğduğu andan itibaren ölmeye başlamaktadır. Veysel’in dizelerinde bu süreç, “İki kapılı bir handa / gidiyorum gündüz gece” biçimde dile gelir. Kuşkusuz hepimiz kalabilmek için uğraş veririz. Ama ölüm de kaçınamayacağımız bir gerçek. Peki ölüm nedir? Ölüm, yaşamın belirleyici öğeleri olan uyarılabilirlik, hareket, büyüme, üreme, uyum sağlayabilme vb. fonksiyonların sona ermesidir. Bütün canlılar için geçerlidir. Ancak, diğer canlılardan farklı olarak insan, birinin ölümü sonucunda beliren ruhsal sıkıntı ve duygusal tepki gibi oluşumlara çözüm bulma arayışındadır. Bu çözümlerden birisi de müziktir. İnsan yaşamının hemen her anında var olan müzik olgusuyla birey arasında, doğum öncesi oluşma sürecinde dolaylı olarak başlayan, doğumla birlikte veya doğumdan hemen sonra ana kucağında ilişki ağı örülmektedir. Doğum öncesindeki oluşma sürecinde başlayan insan-müzik ilişkisi doğumdan sonraki büyüme, gelişme, ergenlik, olgunlaşma ve kendini gerçekleştirme süreçlerinde, bireyin içinde yaşadığı doğal, toplumsal ve kültürel çevreye bağlı olarak değişen müziksel koşul ve olanaklar içinde çeşitlenir ve zenginleşir. Uçan 1996 Sosyal yaşantıyla ilgili birçok alanda olduğu gibi, insanın sosyal ve psişik varlık olarak ortaya koyduğu müzik davranışı, günümüze kadar değişik açılardan ele alınarak tanımlanmaya çalışılmıştır. Her bir tanım, kendi içinde tutarlılık taşısa da müzik olgusunu bir bütün olarak tanıtmada yetersiz kalabilmektedir. Bu nedenle, belli bir tanım yapma kaygısını bir kenara bırakarak, müziğin insan yaşamındaki yerini belirlemeye çalışmak yararlı olacaktır. Müziğe ilişkin ilk düşüncelerle Pyhtagoras ile Konfüçyüs’te karşılaşıyoruz. Her ikisi de varlıkbilimsel ve insanbilimsel tarzda ele almışlar, müziğin dinleyicide uyandırdığı etki, uyarım izlenim ve duygulanımla açıklamaya çalışan duyusal etki öğretisini benimsemişlerdir. Konfüçyüs felsefesine ilişkin metinlerde müzik tonların[1] verimi diye tanımlanır. Ahenkle oluşturulan müzik iyi huyları yönetir, insanı etkileyen fena tonlar bozuk bir hava yaratır. İyi tonlar insana etki eder ve iyi bir hava yaratır. Müziğin etkisi yalnızca tek tek insanlarla sınırlı kalmaz, bütün toplumu, hükümetin yönetimini, tüm ülkeyi, ülkedeki işleri de kapsar. Müzik bozulursa, tüm bu şeylerde bozukluk meydana gelir. Konfüçyüs müziğin kişi ve toplum üzerindeki etkilerini şöyle vurgulamaktadır. “Üstün insan, müziği insan kültürünün mükemmelleşmesi yolunda kullanan insandır. Müzik yaygınlaştığında, insanlar emellerine ve ideallerine ulaştıklarında, büyük ulusların ortaya çıktıklarını görebiliriz. Müzik devlet kurar, devlet yıkar Soykan 2002. Klâsik Yunan müzik kuramında duyusal etki öğretisinin izlerini görüyoruz. Platon / Eflatun’a göre, erdemli insan yetiştirmenin yolu müzik eğitiminden geçer. Söz, ritim ve makamın birleşmesinden oluşan müziğin etki gücünün çok fazla olduğunu belirterek, yiğit ve ölçülü davranışlar yerleştirecek biçimde oluşturulan müziğin kullanılması gerektiğini söyler Eflatun 1975. Aristoteles’e göre de müzik, eğitim aracı, eğitimin bir bölümü ve katharsis / arınma[2] yoluyla kişiliğin oluşmasında önemli bir etkendir. A. Erol, müzikte toplumsal etkileşimi şöyle vurgulamaktadır. “Müzik, toplumsal etkileşimle var olan ve insanlar tarafından insanlar için yapılan öğrenilmiş bir davranıştır. Dolayısıyla kendi için kendinden oluşmadığı gibi her zaman onu üretecek, destekleyecek ve onun ne olup ne olmadığına karar verecek insanlara gereksinim duyar Erol 2002/4. J. Blacking’e göre müzik, toplumsal olarak kabul edilen kalıplar içinde oluşan sestir ve müzik yapma öğrenilmiş bir davranıştır. Merriam’a göre müzik, kültürel olarak anlam yüklü sesler içinde kalıplaşan bir etkinlikler, düşünceler ve nesneler bütünüdür. Miller’e göre müzik, tonalite, ritim, aralık, geçki / köprü, şarkı yapısı, değişken ve belirlenmiş ezgiler, doğaçlama ve şarkı sözü içeriği gibi pek çok unsur, ritüelleşmiş ve basmakalıplaşmış öğeleriyle düzen ve kaosun yararlı bir bileşimini gösterir akt. Erol 2003. Müzik, insanlar üzerindeki etki gücünü beyindeki limbik sistemden almaktadır. Müziğin duygu yönüyle meydana getirmiş olduğu etkilerin toplanıp organize olduğu ve değerlendirildiği yer, beyindeki limbik sistemdir. Bu sistem, beyindeki davranış ve heyecanlarımızı, temel biyolojik dürtülerimizi, belleğimizi ve öğrenmeyle ilgili bazı yapıların nöral mekanizmalarını içerir. Sevinç, keder, heyecan gibi duygu ve davranışlarımızı etkileyerek onları yönlendiren çeşitli olaylar, beyindeki limbik sistemin organizasyonuna uyarak kendini biçimler. Bu nedenle etkileme gücü olan müzikal yapı, limbik sistemin bu özelliklerini harekete geçirerek, bireyin motivasyonunda ve davranışlarında değişiklik meydana getirebilmektedir. Müziksel uyarıcılar, sesin özelliklerine bağlı olarak devingen ya da durağan davranışa yönlendirebilir Goleman 2004. Pisagor öğretisine göre harmonin temeli olan makrokosmos’da[3], küre ve yıldızlar harmonik tınlarlar, müzikal ve sanatsal harmoni anlamında dizilirler ve hareket ederler. İnsanın ruhsal hareketleri de birtakım kurallara göre gerçekleşmektedir ki bu kurallar müzikal seslerin kurallarına karşılık gelmektedir. Bu nedenle müziğin insan üzerindeki etkisinden söz edilir Ohme 2000. Psikiyatri, problemli kişileri topluma kazandırmak, gerçek yaşamla ilişkilerini sağlamada müziği yardımcı araç olarak kullanmaktadır. Her insanın bir gün karşı karşıya gelip yaşama nokta koyduğu an olan ölüm, insan hayatının son evresidir. Bir çok kaynakta insan hayatının geçiş evreleri, doğum, evlenme ve ölüm şeklinde sıralanmaktadır. Ancak evlenme olmadan da ölüm gerçekleşebilmektedir. Geçiş evrelerinden doğum, kutlamalara neden olur, ölüm ise korkulan ve hakkında konuşmaktan kaçınılan bir olgudur. Kuşkusuz ki varlığın yok oluşunu kabullenmek güçtür. Eski Türk inancına göre kişi öldükten sonra uçan bir ruh biçimine girmektedir. Cennet için uçmağ adının kullanılması da buradan kaynaklanıyor olabilir. Batı Türklerinde ölüm için şunkar[4]olmak terimi kullanılır. Öldükten sonra biçim değiştiren ruh için Anadolu Aleviliğinde bugün bile don değiştirmek terimi kullanılır. Devriyye[5] olayının bir aşaması olan bu kalıp değiştirmede, girilen yeni kalıp bir devir olarak ele alınır. Alevilerin çoğunda ölü için “Devri aşan olsun”, “Devri tamam olsun” gibi dualar edilir Birdoğan 1990. Dini inanışlara göre ölüm, ruhun değil bedenin yok oluşu olarak algılanır. Ruhun tekrar başka bedende dirileceği inancı vardır. Hud Suresi/7 O, hanginizin amel bakımından daha güzel olduğu hususunda sizi imtihan etmek için Arş’ı su üzerinde iken gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki siz ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz’ desen, kâfir olanlar derhal, Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir’ derler. İsra suresi/49 Bir de onlar derler ki Sahi biz, bir kemik yığını ve kokuşmuş bir toprak olmuş iken, yepyeni bir hilkatte diriltileceğiz öyle mi? Mubeşşir Al-Terazi 1987. Türklerin tarihine baktığımızda Orta Asya’da Şamanist inançtaki Türklerin defin ve yas törenlerinde ölü kültü oluşturduğunu görmekteyiz. Ölüm sonrası uygulamaları yöneten kişi Şaman’dır. Şaman ölünün diğer dünyaya geçişini kolaylaştırmakta ve ölünün ruhunun tekrar yaşadığı yere dönerek orada bulunanları rahatsız etmesini önlemektedir İnan 1986. İnsan topluluklarının inanış ve törelerinde ölüm ve ölümden sonra yapılan birtakım ritüeller, ölen kişinin toplulukla, yaşamla bağını devam ettirir. Bu gerek dini gerekse dünyevî açıdan varlığın yok oluşunu kabullenmeyi süreç içine yaymak olarak değerlendirilebilir. Ölümden hemen sonra yapılan, insanoğlunun doğal tepkisi olan ve törensel yapı ile güçlendirilen yas etme ritüeli, sevilen kişinin yok oluşunu kabullenmeyi kolaylaştırıcı uygulamalardan biridir. Ölümün doğal sonucu olan yas, sevilen birinin kaybından sonra gösterilen duygusal bir tepki olarak tanımlanabilir. Sevilen birinin ölümü nedeni ile yakınları ve sevenlerinin yaşadıkları ruhsal sıkıntı, sevilen kişiden fiziksel olarak hep ayrı kalma düşüncesiyle duygusal tepkiye dönüşür. Toplumsal, ekonomik, biyolojik ve duygusal yönden bağlı bulunduğumuz bir insanın ölümünden duyduğumuz acı insancıl bir tepkidir. Ölüme ilişkin duygu ve düşüncelerimizin açığa vurulması, aslında iyileşme sürecinin gerekli bir parçasıdır. Kederi yaşamaktan kaçınmak ya da onu baskılamaya çalışmak, yas sürecinin uygun şekilde atlatılmasını engeller ve komplikasyonlu yas durumu ortaya çıkabilir. Yaşanan üzüntünün ifade edilmesi, bireyin anlaşılmasına yardımcı olur. Yas ve kederin zamanında yaşanması duygusal sorunların ve gecikmiş psikiyatrik semptomların ortaya çıkmasını önler. Aksi takdirde bu kişiler er ya da geç çözülmeye uğrayabilir, komplikasyonlu yas yaşayabilir ve genellikle depresyonla sonuçlanabilir Öz 2004. Üzüntüyü ve kederi yaşamanın bir yolu ağlamaktır. Duyguların nasıl yaşanacağı, içinde bulunduğu kültür tarafından belirlenir. İslâm öncesi Türk kültüründe sıglatmak’, ağlamak’ fiilinden türeyen sagu ile daha sonraki dönemlerde ağı’, sazlamag’, tavs’, ağıt’ adlarıyla bilinen sözlü edebiyat metinleri, öncelikle, ölüm sonrasında öleni anmak, övmek ve ona duyulan özlemi dile getirmek üzere üretilmişlerdir. Zamanla dünyanın faniliği, ömrün kısalığı, ayrılık, gurbet, çeşitli yoksunluklar, doğal afetler gibi konular, ağıtların kapsamını genişletmiştir. Ölenin ardından ağlayıp bağırmak, dövünmek, aşırı tepki göstermek İslâm inanışına uygun değildir. Hadis-i Şerif 500’de “Allahın takdirine itiraz ve en azından ilahi yazgıya saygısızlık ifade ettiğini ancak üzülmenin doğal olduğunu sessizce ağlamanın caiz olduğunu” söyler. Hadis-i Şerif 501 ise “ ölüye dirinin ağlaması sebebiyle azap gelir” şeklinde ifade edilir. Ölen kişinin, ölmeden, ölümünde ağlanmamasını vasiyet etmediği için azap çekeceği biçiminde yorumlanmaktadır Canan 1993. Dinî inanışlara ters olmasına karşın, özellikle kırsal kesimde bu duygusal tepki yas etme geleneği olarak sürdürülmektedir. Yas etme ölen kişinin ardından, ailesi, akrabaları ve yakınları arasındaki kadınlar tarafından yaşanan üzüntünün ve kederin neden olduğu acı dolu sözleri, serbest bir ezgi ve nazımla dile getirmektir. Hece ölçüsü ve dörtlük nazım birimi kullanılır. Bazı metinlerde nazımın düzensizliği ve hece ölçüsünün aksadığı olur. Metnin düzenli veya düzensiz kurgulanması, hece ölçüsünün tutarlılığı, ezgi ile bütünlük sayısı vb. özellikler, yas edenin bilgisi, becerisi, yeteneği, deneyimi ve bellek gücü ile yakından ilgilidir. Ezgi genellikle ağır, yeknesak bir ritim izler Akpınar 2002. İkili aralıklarla aşağıya inen asma kararlar, dörtlü aralığının ön düzeyde oluşu ve duraktan önce dörtlü alanın yeğlenişi, en çok neva ve uşşak makamlarının kullanılışı ve bitirişten az önce kimi parçada hicaz dörtlüsüne geçki yapması ağıtların karakteristik niteliğidir. Bu özelliği ile “ yaslı”, “hüzünlü”, “özlemli”, “içli”vb. olarak yorumlamaya elverişlidir Reinhard 1974. Ağıtlar, sözlü biyografi niteliğindedir. Ölen kişinin yaşı, cinsiyeti, mesleği, toplum içindeki yeri, ailesi, yaptığı işler, mal varlığı vb. insanî, fizikî ve mesleki nitelikleri, ölüm şekli ayrıntıları ile anlatılır. Ölenin kardeşi, annesi, yengesi, eşi, kızı, baldızı, eltisi, görümcesi, gelini gibi yakınlarının ağıt yakmamaları hoş karşılanmaz, aile arasındaki tatsızlığın göstergesi olarak yorumlanır. “Yas etme”, “ağıt yakma” ölene verilen değeri, onun aile ve toplum içindeki yerini ve önemini belirtmek için gerekli görülmektedir. Ancak, yas etmede yaşanan ruhsal sıkıntıyı toplumla paylaşabilmek, yakınları dışındaki kişilerde de o duygusal yapıyı oluşturabilmek deneyim, birikim, söz söyleme becerisi gerektirir. O gelenekte yaşamayan, deneyim ve becerisini geliştirmeyen bir kişinin, insan beyninin limbik sistemindeki duygusal işleyişi sağlaması ve duygusal paylaşım ortamını yaratması çok zordur. Bu ortamın gerekliliğinden olsa gerek, yakın zamana kadar Anadolu’nun birçok yerinde ölünün başında ve gömüldükten sonra, “ağıtçı” veya “ ölü ağlayıcısı” denilen ve para ile tutulan kadınlar tarafından “yas etme” geleneği sürdürülüyordu. Günümüzde ağıtçı tutma geleneği terk edilmeye başlanmıştır. Bunun nedenleri ise bir başka araştırma konusudur. Gelenekteki ağıtın özünü, ölen kişiye saygıyı dile getirmek oluşturur. Bu gelenek kentlere zaman zaman, alkışlarla cenaze uğurlamak veya ölen kişi için beste yapmak[6]şeklinde yansımaktadır. Hz. Muhammed’in doğumu ve kısaca yaşamını övgüyle anlatan mevlit en yaygın ağıttır. Alevilerde düvazimamlar ve Oniki İmamlar için yapılan ağıtlardır. Ölen kişinin başında söylenir. Aynı zamanda yas etme geleneği de sürdürülür. Türk boyları arasında, ölen kişinin ardından duyulan üzüntüyü şiir sanatıyla ve trajik bir müzik etkisiyle dile getirmede benzerlik çok açık ve oldukça çarpıcıdır. Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içinde kalan Doğu Türkistan’da yaşayan Uygurlar, Kuzey Kafkasya’da yaşayan Kıpçak lehçesiyle konuşan Karaçay-Malkar Türkleri, Kerkük Türkleri, Kırım Tatarları, Özbekler, Kazak ve Kırgızlar, Azeriler, Batı Türkistan’da yaşayan Türkmenler, Dobruca’da yaşayan Nogaylarda değişik adlar altında bu geleneğin sürdüğünü görüyoruz Yaldızkaya 1999. C. Öztelli bir yazısında İbn-i Batuta Seyahatnamesinden konuyla ilgili bölümü şöyle aktarıyor “Ahalinin bir cenazeyi teş’yi için tabutun önünde arkasında meşaleler yakmış bulunduğunu ve cenazenin arkasında mezamir[7] çalınarak mugannilerin[8] enva çalgılar çalmakta olduklarını görüp hayrette kaldık” Öztelli 1959. Çalgıyla cenaze götürme uygulaması ile bazı bölgelerde çok nadir de olsa karşılaşılabilmektedir. Adana’da Arap kökenli Türklerin davul zurna ile cenaze götürdükleri 2004 Temmuz’da yazılı ve görsel basın haberlerinde yer almıştır. Yine Adana Yöresindeki Nusayrilerde Ölüm sonrası Uygulamalar’ üzerine Z. Çağımlar’ın yaptığı araştırmada düğününe yakın ölen gençlerin cenazesinin davul eşliğinde gömüldüğü belirtilmektedir. Türk kültüründe Şaman’ın rolü düşünüldüğünde bu uygulamalarda Şamanizm’in etkisinin olduğu söylenebilir. Ölümle müzik ilişkisi sorgulamasında, İnsanlar, sevilen bir kişinin ölümünden duyulan acıyı paylaşma aracı olarak neden müzik kullanır? sorusunun yanıtını müziğin etkileme gücünde buluyoruz. Ezgi sesin ritim, şiddet, hız gibi özelliklerinden yararlanılarak, oluşturulmak istenen duyguya göre biçimlenip, kitlesel davranış oluşturmaktadır. Toplumsal açıdan törensel icralar her zaman dayanışma olgusunu taze tutar. Nitekim, ölenin saygınlıklarının söz ve ezgi bütünleşmesiyle anlatımında, toplum ve ölenin yakınları arasında duygusal paylaşım sağlanıp, ölenin yakınlarına manevi destek vererek yalnızlık duygusunu ortadan kaldırıp kendisini iyi hissetmesine yardımcı olunur. Ölümde sözlü müzik, ölenin yakınlarında, yasını ve üzüntüsünü yaşama ortamı oluşturup daha sonra ortaya çıkabilecek depresyonu engelleyici bir işlevi yerine getirir. Ruhsal sıkıntıların yaşandığı durumlarda ağla açılırsın sözü de bunu açıklamaktadır. Müzik, öğrenme, öğretme, aktarma, onama ve pekiştirmede etkilidir. Sözlü ifadelerin ezgisel çizgilerle bütünleşmesi, aktarımı pekiştirerek anımsamayı kolaylaştırmaktadır. Bir konferans metni, sözlü beste biçiminde sunulduğunda daha anımsanabilir ve kalıcı olacaktır. Sözlü biyografi niteliği taşıyan ağıtlar, söz ve müzik bütünleşmesiyle dikkati anlatılanlara toplayabilmektedir. Ölen kişinin anımsanmasını kolaylaştırabilmektedir. Öyleyse gelenekteki sözlü müziğin ölümsüzleştirme gücünden yararlanmak için ölüm gerçeğine inat yaşamak; müzikle ve müzikte ölümsüzleşmeye çalışarak yaşamak tüm insanlığın yararına Dr. Ayten Kaplan Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı Seçmeli Dersler Koordinatörlüğü Öğretim Üyesi Bu makale Uluslar arası Türk Kültüründe Ölüm Sempozyumunda bildiri olarak sunulmuş Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma ve Uygulama Merkezi 25-26 Kasım 2004; Folklor/Edebiyat, Sayı 42, 2005’de yayınlanmıştır. Kaynakça Akpınar, Bahar 2002 “Denizli İli Çivril İlçesinde Ölüme Bağlı Uygulamalar ve Yas Etme’” Türkbilig Türkoloji Araştırmaları. Ankara. Birdoğan, Nejat1990 Anadolu’nun Gizli Kültürü. İstanbul. Berfin Yayınları. Canan, İbrahim 1993 Hadis Ansiklopedisi Kütûb-i İstanbul. Akçağ Yayınları. Eflatun 1975 Devlet. Çev. & Cimcoz, İstanbul Remzi Kitapevi. Erol, Ayhan 2002 “Türkiye’nin Sosyo-Kültürel ve Müziksel Değişim Atmosferinde Bir Âşık Mahsunî”. Folklor/Edebiyat Dergisi. Sayı 32 Erol, Ayhan 2003 “Müziği Tanımlamak”.Cumhuriyetimizin Müzik Ekim. İnönü Üniversitesi. Goleman, Daniel 2004 Duygusal Zekâ. Çev. İstanbul. Varlık / Bilim Yayınları. İnan, Abdulkadir 1986 Tarihte ve Bugün Şamanizm. Türk Tarih Kurumu Basımevi. Kaplan, Ayten 2004 “Tüketim Psikolojisi ve Ritmoloji”. Çevre ve Tüketici Sağlığı Sempozyumu. Ankara. 2 Mart 2004-10-24 Kurt, Reinhard 1974 “Güney Türk Ağıtlarının Biçimleri”. Folklor Semineri Bildirileri. Ankara . Kültür Bakanlığı Yayınları 192-215. Mubeşşir Al-Terazi, Abdullah 1987 Kur’ânı Kerim ve Açıklamalı Meâli. Suudî Arabistan Krallığı Medine-i Münevvere. Kral Fahd Kur’ân-ı Kerim Baskı Kurumu. Ohme, Ute 2000 “Müzik Psikolojisi”. …..Ve Müzik Araştırma ve Yorum Dergisi. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı. Sayı 5 Öz Fatma 2004 Sağlık Alanında Temel Kavramlar. Ankara Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu. Öztelli, Cahit 1959 “Başa Toprak Savurmak ve Yas-Ölü Gelenekleri”. Cilt 5. Türk Folklor Araştırmaları. sayı116 Soykan, 2002 “Müzik Estetiği”. Cogito. İstanbul. YKY. Sayı 30 Uçan, Ali 1996 İnsan ve Müzik, İnsan ve Sanat Eğitimi, Müzik Ansiklopedisi Yayınları. Yaldızkaya, 1999 “ Anadolu Türkmen Ağıtları ile Kırım ve Dobruca Tatar Ağıtları üzerine Bir İnceleme”.Folklor/Edebiyat Dergisi. Ankara sayı 20. Notlar [1] Ton burada dizi anlamında kullanılmaktadır. [2] Katharsis Ruhun tutkulardan temizlenmesi. Aristoteles’te sanat yoluyla insanın duyguları uyarılarak ruhun bunlardan temizlenmesini sağlayacaktır. [3] Makrokosmos dünya ya da küre harmonisi. [4] Şunkar Şahin türünden bir kuş. [5] Devriyye 1 Devir ile, devran ile ilgili. 2 Tekke edebiyatında, evrenin ve insanın Tanrıdan çıkıp tekrar Tanrıya dönmesi felsefesine göre bu devir safhalarını anlatan tasavvuf şiiri. [6] Uğur Mumcu için Ali Çınar’ın sözlerini yazdığı, Selda Bağcan’ın bestelediği Uğurlar Olsun adlı eser; Söz ve Müziğini Volkan Konak’ın yaptığı Cerrahpaşa bu örneklerdendir. [7] Mezamir 1. Düdükler. 2. Zebur’un sureleri. 3. Koşu meydanları. Burada düdük anlamında kullanılmıştır. [8] Muganni Şarkıcı.

türk müziği makamlarının insan üzerindeki etkileri